Sabahýn o muhteþem ilk saatlerini yakalayabilen akýllý adamlardan olamadým hiç. Ancak kuvvetli bir dürtü olursa, isteyerek ve severek erkenden uyanýr, her gün böyle erkenci olmaya söz verir, sonra hemen unuturum. Fakat son iki haftadýr yalnýzca onunla beraber olabilmek için erkenden kalkýyorum.Saat altý oldu mu, beynim otomatik olarak uyanýyor, ama bedenim yarý uykuda,bir kavgadýr baþlýyor:
"Yat uyu! Tatildesin. Öðleye doðru kalkarsýn, iki rafadan yumurta,sýcak ballý süt, peynir, tereyaðý, kýzarmýþ ekmek ve tavþan kaný büyük bir bardak çayla güzel bir kahvaltý yaparsýn. Denizi seyredersin. Gazetelerin beþ para etmez sayfalarý arasýnda tembellik edersin. Yat uyu. Tatildesin.Ta-til-de-sin!"
"Hayýr. Hemen fýrla yataktan. Soðuk bir duþ yap. Çivi gibi ol. Sokaða at kendini. Þimdi herkes uyuyor. Sokaklar senin, köy senin. Doðmakta olan güneþ senin. Deniz senin. Sabah rüzgarýnýn genç, uçuk mavi ýþýltýsý, taze serinliði senin. Çok erken sabahýn o inanýlmaz gücü senin. Tembellik etme.Kalk. Bütün bunlarýn tadýna var."
Kýsa bir sessizlik olur, hangi yaný tutacaðýma karar veremem bir süre."Tatildesin. Yýllardýr sabahlarý erkenden kalkýp iþe gitmekten býkmadýn mý?Þimdi tatil yapýyorsun. Yat uyu. Yastýk yumuþak, yatak sýcak. Çek pikeyi üzerine, bir düþ düþle. Dünyanýn herhangi bir kuzey kentine uçak bileti alýyorsun. Neresi olduðunu sakýn belirleme. Sonrasýný düþünde görürsün. Býrak kendini uykunun þefkatli kollarýna. Býrak rüyanýn sihirli deðneði iþlesin.
Býrak uyku çeksin seni. Uzun, sessiz, dipsiz bir kuyuya deli bir hýzla yuvarlan. Uyu. Uyku alsýn götürsün seni. Uykularýnda olsun bir kez teslim olmayý dene. Gevþe, rahatla. Uyu. Tatildesin!"
"Peki ya Sulhi?"
"Ta-til-de-sin!"
Sulhi þimdi dükkanýný açmaktadýr. Bu saatte müþterisi olmaz. Müþterisi olsun diye açmaz zaten: Kendisi için. Çiçeklerini sular bir bir. Yeni bir konserve kutusuna birkaç gündür kökü suya býrakýlmýþ bir bitki diker. Bol bol sardunyalar... Rengi artýk hiç çýkmayacak ilaçlarla boyanmýþ viþne çürüðü parmak uçlarý toprakla kaynaþýr. Çamurlu ellerini kadife pantolonuna siler,sonra kapýnýn önünü sular. Sabahýn en erken topraðý Akdeniz açlýðýyla emer suyu. Mis gibi kokar sabah.
Kýsa bacaklý bir tabure koyar dükkanýnýn önüne. Eski, her yaný eðrilmiþ, isten kapkara olmuþ küçük cezvesine ölçerek bir fincan su doldurur. Ýspirto ocaðýný yakar. Bir çay kaþýðý þeker. Þeker suya iyice karýþmalýdýr.Ýki kaþýk kahve. Dikkatle karýþtýrýr kahveyi. Severek ve özenle. Sorunca; "iyi ve güzel iþler severek, özenle yapýlmalýdýr." der. Kahve ve þeker tamamen suya karýþmýþtýr ki, cezveyi ateþe koyar. Büyük bir sabýrla kahvenin hifif ateþte köpüklenmesini bekler. O sýrada ne düþünür, nereleri yaþar bilmiyorum.Çözemiyorum. Biraz sonra dünyanýn en güzel kokusu yayýlýr çevreye: Sabah kahvesi kokusu! Toprak, sabah kahvesi ve su kokusu birbirine karýþýr. Bu, çok sýk rastlanmayan bir güzellik yaratýr. Görülür, koklanýr ve tadýlýr bir güzellik... Önce kahvenin köpüðünü boþaltýr fincana, sonra tekrar cezveyi ateþe tutar, fokur fokur kaynayana dek. Kahve piþmiþtir artýk. Günün ilk sigarasýnýn vaktidir þimdi. Mavi-beyaz kareli gömleðinin sol cebinden bir sigara çeker, kibrit aranýr. Dükkana girer, kibrit bakýnýr. O karmaþa ve deli daðýnýklýkta masanýn altýna düþmüþ kibriti bulur. Sigarasýný yakar. Kýsa bacaklý taburesine döner. Höpürdeterek kahvesinden bir yudum alýr, bir nefes de sigarasýndan. Oh be! Gözlerini kýsar, kimselerin bilmediði bir yeri görür gibi gizemli, hazlý birkaç dakika yaþar. Derin bir iç çekerek elli sekiz yaþýnda yaþamaktan ne kadar çok tat aldýðýna yanarak, kahrolarak sevinir.Sabahý koklar, kahve içer, sigara içer.
"Uyu. Tatildesin."
"Kalk ve Sulhi ile sabahý yaþa."
"Ta-til-de-sin!"
"Sulhi'nin sabah kahvesini kaçýrma!"
Kalktým. Uykumu soðuk duþ ve sabah ile yendim. Ayak seslerimi dinleyerek paket taþ döþeli, dar köy sokaklarýnda yürüdüm. Yalnýzca kendi aðýrlýklarýný omuzlarýnda taþýyan baðýmsýz ve yalnýz adamlarýn gururuyla keyiflendim. Onu dükkanýnýn önünde oturmuþ, kahvesini içerken buldum. Gözlerini uzaklara dikmiþ düþünüyordu. Bir teneke kutunun üzerine miden koyup oturdum karþýsýna. Bana baktý. Beni gördü. "N'aaber" anlamýna göz kýrpýp, baþýný salladý. "Ýyidir" gibisine gülümsedim. Kahvesinin kalan kýsmýný ben orada yokmuþum gibi aðýr aðýr içti, bitirdi. Kalktý. Yaþýna bir türlü uymayan çevik adýmlarla fýrladý gitti. Elinde bir fincan suyla geri geldi. Suskun ve dikkatli yeniden þekeri sonra kahveyi suya karýþtýrdý. Sorunca: "Ýnsan susar,varlýðý konuþur." der. Varlýklarýmýz konuþtu. Varoluþumuzun bilincine ve tadýna vardýk. Kahvemi uzattý, bir de sigara yakýp verdi. Yýllar var birilerine hiç yakýn olamazken, Sulhi'ye yakýn oluþum, varlýðýný duyabiliþim tedirgin etmeden þaþýrttý beni. Onun yanýnda hoþnuttum ve böyle kolay hoþnut oluþumdan huzursuz deðildim. Kendimi sorgulayýp, hýrpalamadým bu kez.Hoþnutluðumu yaþadým kahvemin tadýnda. "Ýnsana insan gerek" diye geçti içimden. Bu da yetmedi. Ýçimdeki sesi de susturdum. Sessizleþtim. Dükkanýn açýk kapýsýndan içerdeki berbat daðýnýklýða gözlerimi diktim. Gördüðüm en gösteriþli daðýnýklýk beni yine büyüledi. Bana hep sevimli ve zekice gelen o kocaman STÜDYO levhasýnýn, aslýnda bana ince ince dokunan bir acýklý yaný vardý ki, yýkýntýlar üzerine kurulu bir imparatorluk gibiydi. Don Quichote'u pek severim ben.
Sulhi yeniden kalktý, yirmi yýl önce ömrünü tamamlamýþ Stüdyoya girdi.Bir zamanlar masa olan bir tahtanýn çekmecesinden bir zarf çýkarttý, geldi karþýma oturdu. Zarfýn içinde kurutulmuþ bir kelebek vardý. Özenle kurutulmuþ,sonra eski bir masa gözüne hapsedilmiþ.
"Askerliðimi yapmak için geldim buraya ilk kez. Askerlik bitince de yerleþtim. O zamanlar adý pek bilinmez bir köydü burasý; ama güzelliði tanýr gözlerim. Bu kelebek köydeki ilk dostumdu. Onu çok severdim. Öldürdüm ve saklýyorum. Baþkasý öldürmesin diye."
"Askere gitmeden önce Ýstanbul'da bir sevgilim vardý. Onunla evlenmedim. Karým olmak onu soldurur diye. Baþkasýnýn mutfaðýnda soluyor þimdi, benimkinde deðil."
Sevdiði kýzý düþündüm. Terk ediliþinin nedenini ve anlamýný kavradý mý diye. Hiç inanmadým.
"Ýlk müþterim ebe hanýmdý. Geldi. Vesikalýk resim çektirdi. Onun kýzýile evlendim. Ýlk müþteri uðurludur diye."
Karýsýnýn Akdeniz köylüsü yüzü ve iri elleri geldi aklýma. Gençken güzeldi herhalde dedim. Yine de Sulhi'yle yan yana koyamadým bir türlü. Sulhi yeniden dükkana girdi. Küçük, eski "mono" teybine Vivaldi kaseti koydu. Dört Mevsim yayýldý dükkana, içeriye sýðmadý, kapýdan taþtý, kapý önüne birikti;tam benim oturduðum yere. Müzikle beraber, hala ýslak toprak canlandý. Havada rengarenk bir sevinç kýpýrdadý. Ýçim kýmýl kýmýl, sýcacýk, ýþýl ýþýl oluverdi.
Komþu köylerden biri bebek, üç kadýn ve bir erkek çýkageldiler. Yeni doðmuþ bebek kucaklarýnda bir "aile hatýrasý" çektirdiler. Sulhi o zavallý stüdyosuna aldý onlarý. Sanki muhteþem bir kraliyet ailesinin fotoðrafýný çekiyormuþ gibi özenle öne üç kadýný oturttu. Bebeði ortada oturan "yeni-anne"nin kucaðýna verdi. Baba arkada, ayakta elleri iki kýz kardeþinin omuzlarýnda vakurca dikildi. Bu pozu üç kez çekti Sulhi. Sonra bir de, baba,bebek ve annenin üçlü fotoðrafýný. Köylüler sevinç içinde teþekkür edip gittiler. Teypte hala Vivaldi çalýyordu. Bu kadar birbirini tutmaz manzaralarý iç içe yaþamak beni hem þaþýrtýyor, hem de anlatýlmaz biçimde çekiyordu.
Ýzin isteyip kalktým. Sahile indim. Bir sahil kahvesinde çay içtim.Biraz dolaþtým ve pansiyonuma döndüm. Günün kalan kýsmý herkesle ve herkesinki gibi geçti: Arkadaþlar, deniz, güneþ, yemek falan filan... Bunlar bedenimi dinlendiriyor ya, aklým fikrim Sulhi'de.
Benim gibi sevgililerine -topu topu üç tane zaten- bile çok yakýn olamamýþ, kuþkucu, soðuk bir insanýn, bu garip yaþlý adamý böyle çok seviyor oluþu bir garibime gidiyordu. Buna en çok tatile beraber geldiðim iki erkek arkadaþým gülüyor, açýk açýk dalga geçiyorlardý benimle.
Akþam yemeðinden sonra Sulhi'yi her zamanki sahil lokantasýnda yakaladým. Bozuk Fransýzcasý ile bir turist kýza bir þeyler anlatýyordu."Denizi ve güneþi en erken ve en saatlerinde yaþamamýþ olanlar daima ortalama kalacak insanlardýr." Kýzcaðýz anlamamýþ, kocaman gözlerle þaþkýn,Sulhi'ye bakýyordu. Ben anlattým. Güldü kýz. "Bu adam filozof" dedi ve gitti.Burun büktü Sulhi kýzýn ardýndan. Filozof kelimesini sevmemiþti besbelli. Ben de onun gibi bir kadeh raký alýp, oturdum karþýsýna. Deniz önümüzde simsiyah uzanýyordu. Hiç konuþmadan uzun bir süre denize baktýk. Kumlarýn üzerindeki tahta masada raký içtik, denizi dinledik. Ne sabýrlý bir derinlik, ne anlatýlmaz bir huzur taþýr bu konuþulmadan paylaþýlan dostluk anlarý....
"Büyük oðlumdan mektup aldým bugün. Hollanda'da gitar çalýyor oðlum."Baktým. Sesindeki kederi gördüm. Dükkânýnýn duvarýnda asýlý fotoðraflarýndan iki oðlunu anýmsadým. Yakýþýklý, uzun boylu iki delikanlý. "Büyük oðlum bana benzer. Hiç uslanmayacak ve hiç mutlu olmayacak!"
Yeni bir raký daha istedi. Caný sýkkýn diye düþündüm. Çok içiyor diye hayýflandým. O orada, gözleri denizde, kaskatý oturuyordu. Konuþmaya cesaret edemedim. Bu ne garip bir adam diye yeniden düþünmeye baþladým. Bazen ne olaðandýþý, inanýlmaz güzel, bazen de ne sýradan... Ýþte þimdi karþýmda alkole düþkün, oðlunu özleyen yaþlý bir baba olmuþ oturuyor, oysa bu sabah köylü ailenin soylu fotoðrafçýsý, Vivaldi sever, düþünen bir adamdý. "Yarýn sabah erkenden yola çýkýyoruz. Ýstanbul'a dönüyoruz" dedim. Baþýný çevirmeden, buz gibi "Ýyi ya, yolun açýk olsun" dedi. Bu kadar mý? Hepsi bu mu? Keyfim kaçtý.Öyle ya, ben onun gözünde tatilini deniz kenarýnda, turistik bir köyde geçiren, biraz da içine kapanýk bir genç adamdým. Daha ne deseydi yani? Beni çok özleyeceðini falan mý? Kim bilir o kimlerle karþýlaþýyordu her yaz bu köyde. Bir þeyler kýrýldý içimde. Ne duygusal bir herifim, diye kýzdým
kendime. Yapayalnýz, buruk, kederli kalakaldým. Bir sigara yaktým. Kendimi toparlamaya çalýþtým. O hâlâ yaný baþýmda oturuyor, dalgýn, denizi seyrediyordu. Sanki ben orada yoktum. Belki de hiç olmadým! Birden fýrladý yerinden. "Eve gidip, biraz da bizim Halime'yi memnun edeyim, anlarsýn ya!"dedi. Tanrým ne bayaðýlýk, ne çürümüþlük! Ýçim bulandý. Bu adamý ne sandým ben? Yine kitaplarda yaþýyorum. Yaþlý adam ve Deniz. O Santiago, ben Manolin!Oh ne âlâ! Ah bu benim sýnýr bilm düþçülüðüm... Pansiyonuma ayaklarým sürüklenerek döndüm. Uzun süre yatakta döndüm durdum. Ýçim sýkýlýyor, güçlükle nefes alýyordum. Yaþayan birisini ölü saymaya çalýþmak, bir insaný öldürmekten güç olmalý diye düþündüm. Rüyamda Hemingway ile bir sal üzerinde dalgalarla boðuþtuk gece boyu.
Ertesi sabah erkenden uyandýrýldým. Güneþ doðmadan yola çýkmalýymýþýz. Sýcaða yakalanmadan yolu yarýlayacaðýmýzý söylüyordu arabayý kullanacak arkadaþým. Son bir-iki havlu, diþ fýrçasý ve terliði de çantama attým.Arabanýn arka koltuðuna oturdum. Bir karýþ suratým, güneþ yanýðýyla acýyan sýrtým ve sabahýn erken saatlerinde bir türlü ayýlamayýþým... En kötüsü Sulhi'nin dün geceki hali. Kimse dokunmasýn bana. Kimse konuþmasýn benimle...
Arabamýz hareket etti.
"Bak az daha unutuyordum. Þu senin pek sevgili fotoðrafçý dostun sabahýn köründe geldi, seni sordu. Uyandýrayým, dedim, dokunmayýn, sabahlarý güç uyanýr o, dedi. Sana bunu býrakýp gitti." Sulhi'ye duyduðum yakýnlýðý baþýndan beri sezip, bunu kendisine yapýlmýþ bir haksýzlýk gibi algýlayan arkadaþým bir konserve kutusuna dikilmiþ sardunyayý ve kirli bir dosya kaðýdýna kötü bir el yazýsýyla yazýlmýþ bir notu pis pis sýrýtarak uzattý. Umurumda mý sanki, uzaktaki sevgilisinden mektup almýþ liseli bir delikanlý gibi heyecanlandým. Uykum filan kalmadý, ayýldým, sevindim, heyecanlandým.Buyrun iþte, ben adam olmam! Kaðýdý açtým:
Yalvar yakar, iki arkadaþýmý Sulhi'nin dükkanýna geri dönmeye razý ettim. Ama o ne? Neden kapalý bu dükkan? Halbuki þimdi dükkanýnýn önünü suluyor, sabah kahvesini... Kapýda bana yazdýðý mektubun kaðýdýna benzer bir kirli sayfaya karalanmýþ bir not asýlý:
"SULHÝ BUGÜN ÇALIÞMAYACAK."
Yola çýktýk. Yol boyunca hep iki cümleyi yineledim kendime: Beni seviyor. Gidiþime üzülüyor.Yüreðim kýmýl kýmýl. Neden böyleyim ben? Ýnsanlar, insanlar, insanlar...Kocaman, yayvan bir gülümseme takýlý kaldý yüzüme bütün gün... Þimdi oturdum ve bu öyküyü yazdým.